![]() |
Şeref Defteri 'Alemdar Yalçın' |
|
"İnsanlar, insanları yaşatarak yaşarlar" ![]() Alemdar Yalçın Hasan Nail Canat bizim ağabeyimizdi. Onu Kayseri Kültür Derneği'nde yapılan sohbetlerde tanımıştım ilk. Sakin, kendisiyle barışık yapısı ile güven telkin eden kişiliğe sahipti. Belli ki Kayseri'nin sanat ve edebiyat çevresi ona yetmeyecekti. O dönemlerde içinde bir tiyatro aşkı vardı. Kayseri'de tiyatro çalışmaları yapıyordu ama ona bunun yetmediğini biliyorduk. Kurduğu bir tiyatro topluluğu ile turnelere çıktı. Çok da başarılı oldu ve ses getirdi. Zaman zaman eleştirildi ama o halkla tiyatroyu buluşturmayı düşünen birisiydi. Kendi yazdığı bir piyesini Kayseri'de sahnelediği zaman biliyorduk ki, çok iyi bir oyuncuydu. Zaman zaman evini bile ihmal ettiği oluyordu. Bütün içinde sanat aşkı olanlar gibi. Bu sırada yine bütün masraflarını kendisinin karşıladığı "Yalnızlar Rıhtımı" isimli şiir kitabını yayınladı. Şiirleri Kayseri ölçeğinde kaldı ve beklenen ilgiyi görmedi. Oysa tiyatroda da, şiirde olduğu gibi yeteneği vardı. Hasan Nail Canat'ı seviyorduk. Onu Kayseri ölçeğinde romantik, "olmayacak duaya amin" diyen birisi olarak değerlendirmelerine rağmen. Çünkü bir ufku vardı. Bu ufku görüyor ve ona doğru gitmek istiyordu. Bütün gücümüzle yardımcı olduk. Bir kere de, ben bir lise öğrencisi olarak onun Eskişehir'de verdiği bir temsile teyp yetiştirmek üzere gitmiştim. Bu benim ilk il dışına çıkışım ve Eskişehir'e ilk gidişimdi. Piyesi orada büyük ilgi görmüş ve başarısı ile dikkatleri üzerine toplamıştı. Ama onun gerçekten sanatını göstermesi için İstanbul'da olması gerekiyordu. Sanatı büyük şehirde göstermeliydi. Çünkü hele o dönemde sanat ve edebiyat için Kayseri bir taşra kentiydi. Taşralı sanatçı olmak gibi yanlış algılama vardı. Sonra biz İstanbul'a üniversiteye geldik. Hasan Ağabey artık Kayseri'de kalamayacağını anlamıştı. O da evini İstanbul'a taşıdı. Başlangıçta bir hayli sıkıntı çektiğini de hatırlıyorum. Hırka-i Şerif'te tuttuğumuz öğrenci evine gelirdi. Yine derdimiz sanat ve edebiyattı. Aramızda şiiri, tiyatroyu tartışırdık. Birbirlerimize şiirlerimizi okurduk. Onda da, bizde de tiyatro ve sinema tutkusu vardı. Çıkardığımız bir edebiyat dergisinde sinema özel sayısı yapmıştık. Ama o dönemde kimse İstanbul'da tiyatro ve sinema için hazır değildi. Ama biz büyük prodüksiyonların yapılacağına inanıyorduk. Türk sinemasına soluk getireceğimiz düşüncesindeydik. Ama bunların hepsi o dönemde bir hayal olarak görülüyordu. Sonra biz mezun olduk ve insanlığın bitmeyen gerçeği olarak "Dostlarla yollar bir bir ayrıldı". Bizim üniversitede ve bilim adamlığında karar kıldık. Hasan Ağabey ile de bağlantımız koptu. Sonraları bazı televizyon dizilerinde gördüm ve büyük mutluluk duydum. Tiyatro oyunculuğu ile film, hele dizi oyunculuğu arasında büyük farklar vardır. O dizilerde başarılı oluyordu. Zaten yüzü, kişiliği ve bilgisi, karakter oyunculuğu için yeterli hatta fazlaydı. Ölümünü duyduğum zaman yurtdışındaydım. Ne kadar hayıflandığımı anlatamam. Belki bu ölümün bize doğru gelişinin de ürpertisiydi. Ama inanıyorum ki yaşamış olsaydı, şimdi sanatın doruklarında olacaktı. Hayallerini gerçekleştirmiş olacaktı. Yıllar sonra, onlara sanata ayırdığı zamanın çok azını ayırdığı ailesinin hazırladığı bu 'Şeref Defteri', doğrusu vefa duygusunun en önemli göstergesi olarak önünde saygıyla eğilmek gereken bir durumdur. Hasan Nail Canat, yalnız bir oyun yazarı değildi, yalnız iyi bir oyuncu da değildi. O aynı zamanda iyi bir şairdi de. Unutmayalım ki "İnsanlar insanları yaşatarak yaşarlar". Yaşamalıyız ve yaşatmalıyız. 26 Nisan 2010 |

