Basından
'Yörünge Dergisi'

"İş adamlarımız tiyatrolarımıza sahip çıksınlar"

Yörünge Dergisi / 26.05.1991

"Bir gün son model Mercedes'in kapısı özel şoför tarafından açılacak, Hasan Nail, fiyakalı elbisesi ile aşağı inecek ve gülümseyerek şöyle diyecek: Ben dedem Hasan Nail gibi enayi olmayacağım".

Bu sözler, "İslâmi tiyatro" çalışmalarının en önde gelen isimlerinden Hasan Nail Canat'a ait... Canat'ın bu esprili sözleri, 1960'lı yıllardan bu yana sayısız sorunlarla boğuşarak varolma mücadelesi veren İslâmi tiyatro ekolünün içinde bulunduğu duruma yöneltilmiş acı bir eleştiri aslında.

Her şeyden önce diğer pek çok sanat dallarında olduğu gibi tiyatroda da Müslümanların yeterli maddi imkanlara sahip olmaması, bütün olumsuzlukların temel nedeni. Oyuncu sıkıntısı da, yönetmen sıkıntısı da, belki metin sıkıntısı da bundan kaynaklanıyor. Bir başka ünlü Müslüman tiyatrocu, Ulvi Alacakaptan da "Gezginci olmamız ve gelecek vaadetmeyişimiz insanları bu işten soğutuyor" diyor ve geçen yıl 150 iş gününün 100 gününü dışarıda geçirdiklerini belirtiyor.

Hasan Nail mesleklerinin zorluğunu vurgulayarak, "Eğer bu mesleğe kendini adayıp, tiyatroyla hizmet edeceğine inanan varsa, boş zamanlarını burada geçirmek değil de, normal hayatını burada geçirmek isteyen varsa, biraz çileye talip olan varsa, o gelsin" diye çağrıda bulunuyor. Ulvi Alacakaptan da "En büyük sıkıntımız 'adam gibi adam' sıkıntısı. Tiyatro cazip bir şeydir, ama çok zahmetleri var. Tiyatrodan büyük paralar kazanılmaz. Ama kazanılan başka şeylerle beraber hesap edilmeli" diyor.

"AŞIRI HOŞGÖRÜLÜ" SEYİRCİ...

Tiyatrocularımız, İslâmi kesimdeki seyirciden nicelik açısından memnun olmakla birlikte nitelik açısından pek memnun değiller. Bu konuda İbrahim Sadri "Bizim seyircimiz bir görev bilinciyle geliyor. 'Müslümanlar bir oyun hazırlamış, gidelim, görelim' düşüncesiyle. Sanatsal bir yapıt seyretmek, zevk almak düşüncesiyle gelen çok az" şeklinde konuşuyor. Hasan Nail Canat ve Ulvi Alacakaptan da seyircinin aşırı hoşgörüsünden şikayetçiler. Alacakaptan, "Nasıl olsa bizdendir mantığından hareketle her şeyi alkışlıyorlar. Bu da kalitesizliğin artmasına neden oluyor. Anadolu'da 'İslâmi tiyatro' adı altında İslam'la hiç ilgisi olmayan bir yığın tiyatro var. Bunlar bize çok darbe vuruyor" derken, Canat da "Bu kesimde tiyatro faaliyetlerine başlamak, 'istediğim zaman yapar, istediğim zaman bırakırım' gibi demokratik safsatalarla yürümez. Ehliyetin varsa istişare ile çıkarsın ve yetersiz kalırsan yine istişare ile kapatırsın. Yoksa ehil insanların işine engel olursun" sözleriyle, gönüllü olarak bu işe giren ve kısa bir süre zorluklarına katlanamayarak bu piyasadan uzaklaşanlara sert bir eleştiri getiriyor.

"Türkiye'de nicelik açısından, bizim seyirci ortalamamıza ulaşan tiyatro yok" diyor Ulvi Alacakaptan. Kendi tiyatrosunun her seanstaki seyirci ortalamasının 750 olduğunu, sinema salonlarında "ayakta kalan" izleyicilere oynadıklarını belirtiyor. Alacakaptan, bütün bunlara rağmen elde ettikleri gelirin çok az olduğunu, geçen yıl gişelerde toplam 1 milyar lira ciro yapmalarına rağmen Birlik Sanat'ın bundan elde ettiği kârın sadece 15 milyon olduğunu da sözlerine ekliyor.

"BESMELE" İLE AÇILAN PERDELER...

Tiyatro, Türkiye'de uzun süre Cumhuriyet ideolojisinin en önemli Batılılaştırma araçlarından biri olarak kullanıldı. Gerçekte, Türk halk kültürünün kökeninde de -tiyatronun tam karşılığı olmasa da- bir gösteri sanatı geleneğinin izlerine rastlamak mümkün. Köy seyirlik oyunları, Ortaoyunları, Karagöz, Meddah gibi geleneksel gösteriler, bugünkü çağdaş Türk tiyatrosunun temelini oluşturmakta...

Cumhuriyet ile birlikte Batı tarzı tiyatro bir moda furyası olarak bütün yurda yayılmış, tiyatrolarda yıllarca halkın inançlarıyla alay eden, toplumun dejenerasyonunu hızlandıran ısmarlama oyunlar sahnelenip durmuştu. O yıllarda sahnelenen oyunlar içinde "Karı-koca-aşk" üçgeni en beylik tema olarak göze çarparken, bütün bu etkiler Müslümanların kafasında tiyatro hakkında öyle bir imaj oluşturmuştu ki, bu sanat uzun yıllar boyunca neredeyse "meyhane" ve benzeri yerlerle eşit tutulmaya başlanacaktı.

Müslümanlar tiyatro türü faaliyetlere 60'lı yıllarda el atmaya başladılar. O dönemlerde tiyatro adının da kullanılmasından kaçınılıyor, daha çok "piyes", "müsamere" gibi deyimler kullanılıyordu. Çok geçmeden imam hatip liselerinin, MTTB'lerin düzenledikleri kültürel etkinliklerin arasında işte bu tür piyesler de yer almaya başlayacaktı. Bu arada, Anadolu'da bu işten kazanç sağlamak amacıyla, İslâmi kesimdeki potansiyelin "boşalım"ını sağlayacak türden coşkulu oyunlarla bu işi istismar etmek isteyenler de çıkıyordu tabii. Bu tür grupların sergiledikleri oyunlarda çoğunlukla İslam tarihindeki bazı mümtaz şahsiyetlerin hayatlarını konu alan ya da vatan sevgisi, adalet, dostluk gibi milliyetçi ve muhafazakar ağırlıklı temalar işleniyordu. Kısacası, insanlar "ağlamak için" gidiyorlardı bu piyeslere.

İslâmi kesimde profesyonel tiyatro denemelerine girişen ilk öncü sanatçının Abdullah Kars olduğunu görüyoruz. Kars'ın sahnelediği oyunlara son derece klasik bir tiyatro anlayışı, bir piyes havası hakimdir. Bu dönemlerde ortaya çıkan bir diğer profesyonel de Hasan Nail Canat'tır. Tiyatroyu meslek olarak seçmiş olan ve ondan başka hiçbir iş ile uğraşmayan Hasan Nail, Kayseri'de Güzel Sanatlar Topluluğu'nu kurar. 1968'de İstanbul'da Fikir Tiyatrosu'na girer. 1969'da kurduğu Hilal Tiyatrosu'nda "Moskof Sehpası" bin, "Gafiller" iki yüz elli, "Günahkar Baba" dört yüz, "Bir Avuç Ateş" yüz yetmiş beş, "Afganistan Dramı" altmış kez (12 Eylül'ün akabinde bu oyun sekteye uğrar) oynanmıştır. Bu oyunlar, milletin sokağa çıkmaya bile cesaret edemediği yıllarda Anadolu'nun çeşitli yörelerinde silah sesleri arasında oynanmış, kostümleri, dekorları defalarca yakılmıştır. 12 Eylül her alanda olduğu gibi tiyatro alanında da Müslümanlar için bir fetret dönemidir. Müslümanlar darbenin getirdiği şok ve gerginliği birkaç yılda ancak üstlerinden atabilmişlerdir. Fakat yine her alanda olduğu gibi 12 Eylül dönüp geriye bakma, muhasebe yapma olanağı sağlamış, Müslümanlar bundan sonra yapacakları çalışmalara yeni bir bakış açısıyla kolları sıvamışlardır.

TİYATRODA SON DÖNEM

Profesyonel tiyatrocu Ulvi Alacakaptan 1984'te dünya görüşünü değiştirerek Müslümanlar arasına katılır ve Milli Gazete'de kendisiyle yapılan bir röportajda bu işe ilgi duyanlara bir çağrı yapar. Bu çağrı üzerine kurulan topluluğun adı da "Çağrı" olacaktır. Topluluk, İbrahim Sadri'nin yazdığı "İnsanlar ve Soytarılar" adlı oyunu bir sefere mahsus sahnelemek üzere çalışmalara başlar. Sonuçta ortaya çıkan talep üzerine oyun o yıl (1985) yaklaşık 95 kez sahnelenir.

"İnsanlar ve Soytarılar" İslâmi kesimde her yönden öncekilerden tamamen farklı yeni bir çığırın başlangıcıydı. Politik bir tema ve modern tiyatro tekniklerinden izler görülen bu oyunda, mizahla da insanlara bir şeyler anlatılabileceği vurgulanıyordu. "İnsanlar ve Soytarılar", müziği (bağlama) tiyatroya sokmakla da bir devrim yapmış oluyordu.

Hasan Nail de beş yıllık aradan sonra tiyatroya tekrar dönüş yaparak Genç Adam Sahnesi'ni kurar. Kendi oyunu olan "Bir Avuç Ateş"i Salih Tuna'nın yardımıyla tiyatroya uyarlayıp o yıl oynarlar. Çağrı Sahnesi ertesi yıl İbrahim Sadri'nin Mehmet Efe ile birlikte yazdığı "Sanat Manata Karşı" adlı oyunu sahnelerken Genç Adam Sahnesi de Salih Tuna'nın "Şeytan Üssü Haber Merkezi" adlı oyununu sahneye koyar. Çağrı Sahnesi'nden ayrılan bir grup genç, Gece Oyuncuları'nı kurup İbrahim Sadri'nin "Efendi Hayreddin" adlı oyununu (1987) oynarlar. Ulvi Alacakaptan'ın tiyatrodaki ehil Müslümanları bir araya toplama projesine bir tek olumlu cevap Hasan Nail'den gelir ve 8 Ocak 1988'de Birlik Sanat Ürünleri A.Ş. kurulur. Birlik Sanat'ın daha sonraki faaliyetleri ise şunlardır: 1988'de İbrahim Sadri'nin "Efendi Hayreddin Süperstar"ı, 1989'da İran'lı yazar ve yönetmen Muhsin Mahmelbaf'ın "Başkasının Ölümü", 1990'da Salih Tuna'nın "Kara Geceler Efendim" (200'ün üzerinde oynadı) adlı oyunu. Gece Oyuncuları, 1988'de İbrahim Sadri'nin "Garangol" adlı oyununu oynadıktan sonra topluluğun adını "Tiyatrocular" olarak değiştirip 1990'da Mehmet Efe'nin "Bir Melon Şapka" adlı oyununu sahnelerler. Genç Adam Sahnesi de Salih Tuna'nın "En Son Rıza" ve "Mültecinâme" adlı oyunlarını oynarlar.

KENDİ TİYATROLARIMIZA DOĞRU...

İbrahim Sadri, Türkiye'de Müslümanlarının tiyatro alanında iyi bir yere gelebilmeleri için, sanatsal düzeyi yakalamaları ve kendi tiyatrolarının kimliğini ortaya koymaları gerektiğini savunuyor. Hasan Nail'in, Müslümanların tiyatrosu konusunda geleceğe ilişkin arzuları da şöyle:

"İnşallah bir gün gelecek ki, bayrağı bizden sonra devralanlar çıkarsa, tiyatro salonunun girişinden tutun, oturmasına, sahnesine, oyun tarzına hatta gişesine kadar hepsi tamamen Müslümanlara özgü biçimde olacak. Müslümanların tiyatrosu böyle, Müslümanların tiyatrosunda böyle oturulur denecek"

Bütün tiyatro sanatçılarımızın genel istekleri ise, maddi durumu yüksek olan Müslümanların bu işin gereğine inanarak buna el atmaları...

Mehmet Akif Çankırılı

Kaynak: Yörünge Dergisi
Bu haber defa okunmuştur.