Basından
'Sebîlürreşad Dergisi'

Recep Garip / Hasan Nail Canat ve "Günahkâr Baba"

Sebîlürreşad Dergisi / 01.11.2017

Bir yazarın - sanatkârın kendisini yaşatabilmesi için ömrü boyunca ortaya koyduğu uğraşlarının bir yaraya merhem olması lazım. Aksi takdirde ürettikleriyle yaşayamaz ve hiç kimse hatırlamaz bile.

İnsanlık için ortaya konulan üretimler, edimler, mücadeleler genel itibariyle sanatın, uğraşın yaşamasını, kişinin hatırlanmasını, yaşatılmasını sağlar. Burada karşımıza çıkan iki husus vardır. İlki insanlığın hayrına olan üretimler, icatlar, kazanımlar, diğeriyse tamamıyla insanlığın imhasına yönelik ihaneti teşvik edici unsurlardır.

Olumlu davranışlar, yaşayışlar, buluşlar, sanat ve unsurları, edebiyatın bütün alanları, görsel sanatlar vs. toplumların büyümesini, gelişmesini sağlar.

Bu alanda emek verenleri toplumlar asla unutmaz. Onların eserleri yaşadıkça isimleri anılır ve yaşamayı sürdürürler. Kitap sahipleri unutulmaz. Eser sahipleri unutulmaz. Hayır sahipleri unutulmaz.

İşte böylesine kendisini yaşatma gayret içinde hayata tutunan, idealist bir düşüncenin adamı olmakla yetinmeyip aynı zamanda onu bütün uğraşlarında hayatının anlamı kılan bir romancıdan, tiyatrocudan, sinemacıdan, toplumsal hareketliliğin gerektirdiği her alanda bir şekilde duruş adamlığıyla kendisini ortaya koyan Hasan Nail Canat rahmetliden bahsediyorum.

1943 Kayseri doğumlu, yazı ve şiirleriyle yerel basında yerini alan ilk şiir kitabının ardından da tiyatro sahnelerinde oyun oynamaya başlayan bir kalemden, ustadan ve üstattan bahsediyoruz.

Anadolu heyecanı bu toprakların vazgeçilmez aşkıdır. Topraklarında var olan değeri, taşra mantığı içinde görmeden, hayatın anlamı haline dönüştüren Anadolu insanı, inancın ve imanın vazgeçilmez savunucusudur. Hasan Nail Canat'ta böyledir.

Kurduğu tiyatro sahneleriyle anılmaya başlar. Yazdığı oyunlarını sahneye koyarak Anadolu turnelerine çıkar. Hilal Tiyatrosunu kurar önce ve "Moskof Sehpası" 1969, "Günahkâr Baba" 1974, "Dilsiz Şeytan" 1982 yıllarında turnelere çıkarak oynar ve yönetir. Sonra, "Gece Oyuncuları" topluluğunu kurar, Bu topluluktan ayrılan Ulvi Alacakaptan ile beraber "Birlik Sanat"ı kuruluşunda yer alır. Bazı filimlerde, dizilerde oynar. 2004 yılında ebedi âleme yola çıkar.

Liseli yıllarımdan sonra tanıdım Hasan Nail Canat ustayı. Öğretmenlik yaptığım 1982 yılları itibariyle romanlarını liseli gençlere okutmaktan onur duydum.

"Bir Küçük Osmancık Vardı", "Nur Dağındaki Çocuk", "Yaralı Serçe", "Günahkâr Baba", "Yasemin", "Bir Avuç Ateş", "Gül Yarası", "Kırımlı Murat Destanı", "Yalnızlar Rıhtımı" vs. gençliğin hararetle okumasında yarar gördüğüm romanlarıdır. Düşünce ve ideal bir kalemi yaşatan en önemli belirleyici, dile hâkimiyeti ve edebi niteliği gelir.

İki romancının üslup ve ideali beni etkilemiştir. Bunlardan ilki Kemalettin Tuğcu'dur. Toplumun kırılan, dökülen, aksayan, üzücü, aç ve açıkta kalan, hak ve hakkaniyetten uzaklaşan bireylerin adaleti, hak ve hukuku, rahmet ve merhameti kazanmaları, bireyler arasındaki kopuşun nedenlerini roman diliyle ifade ederken, toplumun hassasiyetlerini önde tutan bir kalemdir. Tuğcu'nun bu gayretleri mutlu ve huzurlu bir toplum olmanın önceliklerine vurgu yapar.

İkincisi ise Hasan Nail Canat'tır. Canat'ın romanları ise tarihten demlenir, dinin ehemmiyetiyle toplumsal çözülmedeki nedenleri mercek altına alır, ideal bir ülkü adamı olarak "Büyük Doğu" penceresinden bakarak vahyin aydınlığına doğru yolculuk yaptırmak ister. Romanlarındaki ana kahramanlar, her iki romancımızda da aslında aynı çözülmenin belirginleşmesine dikkatlerimizi çekerken Tuğcu'da toplumsal huzur ve barışın kardeşlik anlayışıyla merhamete, şefkate dayandırılmaya çalışıldığı gözlemlenirken Canat'ta ise çözülme "Günahkâr Baba"da olduğu gibi öndekilerin bıraktığı boşluğun nedenlerinden yola çıkarak geçmişle bugün ve geleceğin köprülerini kurmaya kendisini adar. Kuran ve sünnet çizgisinde bir ömür armağan etmek ister gençliğe.

Anne ile oğul-evlat arasındaki ironik kurguda dikkatlerimizi çeken ana bellek şudur; Allah korkusundan başka korkulara insan hayatında yer yoktur, dahası Müslümanın hayatında yeri olmaz.

Allah'a verilen sözdür babaya anneye itaat. Bundan dolayıdır ki babaya itaatin temellendirildiği bu romanda Allah adına verilen sözün ehemmiyeti kavratılmak istenir. Bütün halleri, yaşayışları davranışların nirengi noktası Allah'a olan bağlılık ve verilmiş olan sözdür. Baba-anne ve evlatlar arasındaki ilişkinin belirleyici unsuru da burada belirginleşir.

Hangi hallerde olunursa olunsun, nelerle karşılaşılırsa karşılaşılsın bütün mesele insanın dosdoğru olmasıyla ilgilidir. Çünkü Fatiha suresinde bize verilen istikamet budur. "İhdinassıratal müstakim", dosdoğru olmak emredilmiştir. "Bize doğru yolu göster" diye yakarışımız sürmektedir. "Yalnız sana ibadet eder ve yalnızca senden yardım dileriz" denilmiştir. Böyle bir çerçeveyle roman akıp gider.

Okuyucu burada kendi sorgusuyla karşı karşıya getirilir. Anneye babaya olan itaatin kurgusu oldukça etkilidir.

Dil anlaşılır, edebi bir metinden-çabadan ziyade gencin kendisini bulması, rahat okuması düşünülmüştür yazar tarafından. Yazarımızın "Bir Küçük Osmancık" Milli Eğitim Bakanlığı'nın 100 temel eserleri arasında gençliğin ellerinde okunmayı sürdürüyor. Anlaşılan odur ki eserler yaşatıyor sanatkârını, yazarını, oyuncusunu, şairini.

Örneğin; "Allah aşkına yemin verip kollarımı bağlama anne. Sen gitme dersen gitmem. Saygı ile büktüğüm boynumu ömür boyu bir daha kaldırmam." diye seslenir evlat.
Sonra şöyle devam eder;
"Günde en az kırk defa tekrar ettiğimiz: ‘Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz' ayetini bundan böyle hangi yüzle okuyabilirim anne? ..."

Bu sorgu gençliğin bilmesi gereken sorgusudur. Bütün bunlar Hasan Nail Canat'ın hayata bakışını, hayattan kazanılması gerekenleri roman kurgusu içinde genç okuyucularına vermek ister ve sahnede gençlik oyunlarıyla, genç yeteneklerin kendi hayatlarını oynamanın bir bakıma yollarını öğretir.

Babalar kaşı çıkar genellikle. Neden karşı çıkar babalar? Tiyatrocu-oyuncu olmak istersiniz karşı çıkar, müzisyen olmak istersiniz karşı çıkar, şair olmak istersiniz karşı çıkar. Futbolcu olmak istersiniz karşı çıkar. Yazar, ressam olmak istersiniz karşı çıkar. Onlara göre lüzumsuz işlerdir bunlar.

Çünkü para getirmeyen, karın doyurmayan işlerdir. Tiyatrocu olmak soytarı olmakla, şair ve ressam olmak uçuk kaçık, sanki küçültücü bir işle meşgul olmak gibi anlaşılırdı. Oysa cemiyet hayatında en etkili, kalıcı işler sanatkâr-şair- yazar-tiyatrocu-ressam olmaktır. Geriye dönüp bakıldığında asırlar boyu yaşayanların hala sanatkârların, yazarların, mütefekkirlerin, şairlerin olduğu görülmektedir.

Her defasında babası Hasan Nail Canat'a, "tiyatrocu mu olacaksın, soytarı mı olacaksın" diyerek engellemeye çalışsa da başaramaz. Sovyet Rusya'nın 1964 yılında Bolşevik İhtilaliyle soydaşlarımız Türklere yapılanları –zulüm ve işkenceleri telin anlamında "Moskof Sehpası" oyunuyla yazan, yöneten ve oynayan olarak bulundu.

Böylece sahneyle tanışan Canat ömrü boyunca tiyatrodan vazgeçmedi. Genç inanmışların sahne oyunu, öylesine tutkulu, inançlı ve zulme başkaldırı şeklinde sahnede yerini aldı ki, Anadolu turnesi bitimsiz bir aşk gibi taleplerle 1200 kez oynandı. Rekor düzeyinde bir oyunla muhafazakâr Anadolu halkının gören gözü, duyan kulağı ve konuşan dili gibiydiler.

Babası da ilk kez bu oyununu Kayseri Din Görevlileri Derneği'nin davetlisi olarak sahnede oğlunu izlerken çok etkilendi. Oyun sonunda babası; "Oğlum, oyununu heyecanla seyrettim. Yanılmışım. Artık seni özgür bırakıyorum. Sanatını Allah yolunda kullandığın müddetçe yolun açık olsun" diye icazetini almış oldu. Ömrünce sanata bakışı hak için oldu.

Allah'ın razı olacağı bir sanatı icra etmeye gayret etti. "Sanat sanat" için ya da "halk için" tartışmalarına dönüp bakmadı, dudağını büküp geçti. Sanatı, Allah'ın razı olacağı bir kutlu eylem olduğuna vurgu yaptı. Hasan Nail Canat'ın derdi, müslümanca yaşamak, müslümanca temsil etmek, müslümanca yazmak, konuşmak ve Müslümanın kardeşliğini önde tutmaktan ibaretti. "Sanata ilgi göstermemek suçtur" diyerek benim sergimde bulunur ve iltifat ederdi.

Necip Fazıl Üstat'tan çok şey öğrendiğine mutlaka vurgu yapardı. Sanata bakışındaki çizgide üstadın emeği olduğunu söylerdi. Darbeler–ihtilaller sanata ve hayata darbedir. Dolayısıyla 12 Eylül 1980 her şeyi alabora ettiği gibi şiiri de, sanatı da, tiyatroyu da tırpanladı. Sahneye ve oyunlara bu süreçte ara verdi Canat usta. "Günahkâr Baba", "Dilsiz Şeytan", "Bir Avuç Ateş", "Afganistan Dramı", "Bir Demet Gençlik" isimli eserlerini yazdı, yönetti ve oynayarak sanatkârlığını ortaya koydu. Yine, "Şeytan Üssü Haber Merkezi", "İnsanlar ve Soytarılar" ve "Başkasının Ölümü" isimli başkalarının yazmış olduğu tiyatro eserlerinde de başrolde oynadı.

41 yıllık sanat hayatında savunduklarından asla vazgeçmedi, pişmanlık duymadı. Son zamanlarında Üstat Necip Fazıl'ın "Sakarya Türküsü" şiirini kalabalık bir öğrenci gurubuyla sahneye koymak için epey zaman harcadı. Emekler verdi. Genç yetenekleri sahneye sürdü. Oratoryo şeklinde sahnede uygulama yaparken birlikte izleyelim çağrısıyla Altunizade'de uzun uzadıya tahlillerde bulunmuştuk.

Hasan Nail Canat, 10 yıl boyunca Altunizade Kültür Merkezi'nde oyunlar sahneledi, öğrenciler yetiştirdi. Geleneksel tiyatronun örneklerini sundu. Örneğin; "Keloğlan", "Sokak Kızı Elif", "Mindrella", "Süper Bekçi" gibi çocuk oyunları ile "Bir Avuç Ateş", "Demedim mi?", "Metropol ve Kadın" adlı oyunlarını da yetişkinler için sahnelemişti. "Aynalar Yolumu Kesti" diyordu zaman zaman. Bu oyunu hayatının oyunu olarak gördü. Son kez bu oyununu o günün Ulaştırma bugünün Başbakanı Binali Yıldırım'a oynayarak son ödülünü elinden almıştı. Evine döndüğünde ani bir rahatsızlanmayla kalp krizi geçirip Hakk'a yürüdü.

Rabbim gani gani rahmet eylesin. Nur içinde yatsın. Eserleriyle, öğrencileriyle ve iddialarıyla yaşıyor Hasan Nail Canat. Makâmı cennet olsun.

Kaynak: Sebîlürreşad Dergisi
Bu haber defa okunmuştur.