Basından
'Olaylara Objektif Dergisi'

Ahmet Refik Partal / Alternatif Tiyatro Çabaları

Olaylara Objektif Dergisi / 01.06.1989

Tanzimattan sonra Batı'ya olan yönelim, ardından birtakım kültürel etkinlikleri de getirdi. Bu etkinlikler içerisinde en önemlilerinden biri de tiyatro idi. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte oluşturulmaya çalışılan kültür politikası, genelde halkı daha hızlı değiştirmeye yönelikti. Bu kültür politikası ilim adamı pozisyonundaki adamların fikir üretmesiyle oluşmuştu. Bu ilim adamları kendi alanlarında bilgi üretmek yerine, kültür meseleleriyle uğraşmışlardır. Tabi bunların kültür meseleleriyle uğraşmaları oturup esaslı bir şekilde halka faydalı olanı alıp faydasız ve özüne uymayan şeyleri almak şeklinde olmamış, Avrupa ile bilgi üretmede yarışılamayacağı ve bunun için tek çözümün Avrupa'da üretilmiş olanı nakletmek olduğuna inanmış ve öyle yapmışlardır. İşte bu nakillerden biri de tiyatrodur. Bu tiyatrolar Batı tarzlı olup konuları daha Batı'ya yönelikti. Bir millet düşünün ki, örf, adet ve kültürü tamamen kendisinden farklı, bir kültürle beslensin. Bu milletin yaşamı ne kadar sürer. Gerçekten tartışma konusu. Dönemin tiyatroları milletin hiç duymadığı ve alışık olmadığı türden oyunlarla tiyatro olayını devam ettirmiştir. Bu tür oyunların oynanmasındaki tek gaye Batı tarzı bir kültürün yerleştirilmesi ve değişimin hızlandırılması olmuştur. Genel olarak oyunlarda Batı tarzı aile yapısı işlenmiş, kadınla erkek arasındaki ilişki üzerinde sık sık durulmuş ve İslam'ın kuralları altında güya ezilmiş kadını layık olduğu yerine getirme konuları ağırlıkla işlenmiştir. Bazen hiçbir sanatsal özelliği olmayan, sırf Batı kültürü aşinalığı olsun diye oyunlar oynanmıştır. Halkın bazı geleneklerini ısrarla devam ettirdiğini gören, bazı aydın(!)lar bunlara da pratik çözüm bulmuşlar. Mesela Ramazan ayında eğlenme babından Ramazan eğlenceleri diye hiç de Ramazanla alakası olmayan deyim yerindeyse çalgılı çengili İslami hiçbir adaba uymayan şeyler çıkartılmış ve günümüz TV'sinin Ramazan programlarında birtakım ne idüğü belirsiz kişileri programa çıkartarak geçmiş Ramazanlardaki eğlenceleri, direkler arası tiyatrolarında oynanan bilmem kimin oyununu anlattırır dururlar.

Türkiye'de son yıllarda yabancı kaynaklı kültürler bir hayli ağırlık kazandı. Bu geçmişte zorla yapılan kültürel bir değişimden daha fazla etkili olmuş ve halkın yabancı kültürüne karşı hasşahsiyeti yok olmaya yüz tutmuştur. Tiyatrolar yine babalarının vasiyetleri üzerine aynı yolda onları aratmayacak şekilde devam ediyorlar. İşte şimdiye kadar hep özümüze zıt şeyler vermeye çalışan bu tiyatrolara alternatif olarak Müslüman kardeşlerimizin bu konudaki uğraşılarını konu alan bu röportajınızı bu alana bir aydınlık olması isteğiyle yaptık. Bu alanda hizmet veren yılların eskimez emektar oyuncusu Hasan Nail Canat, Ulvi Alacakaptan ile tiyatro üzerine, İbrahim Sadri, Salih Tuna ile tiyatro, tiyatro metinleri ve metin yazarlığı üzerine konuştuk.

ULVİ ALACAKAPTAN

- Özgeçmişinizi anlatır mısınız?

- 1949 Ankara doğumluyum. 1969'da Dostlar Tiyatrosu'nun sınavını kazanarak aynı grubun amatör koluna katıldım. 2 yıllık bir sanat eğitiminden sonra, 1972'de Peter Weiss'in "Soruşturma" adlı oyunuyla profesyonel sahneye geçtim. 1978 yılına kadar Dostlar Tiyatrosu'ndan sonra sırasıyla, İ.B. Şehir Tiyatroları, Ortaoyuncular, Uluslararası Sanat Gösterileri'nde oyuncu ve yönetmen olarak çalıştım. 1984 yılında "Şahları da Vururlar" oyununun Ankara turnesi sırasında Yaradan'ın hidayetine mazhar olarak bir tür tiyatroyu bıraktım.

1985 yılının 10 Mayıs günü "İnsanlar ve Soytarılar"ın ilk gösterimiyle Çağrı Sahnesi'ni faaliyete geçirdim. Çağrı Sahnesi ertesi yıl "Sanat Manata Karşı" adlı oyunla sürdü. 8 Ocak 1988'de ise, Birlik Sanat Ürünleri A.Ş.'nin kuruluşu resmen tescil edildi. Böylece Birlik Sanat'ın kurucu ortakları arasında yer aldım. Halen aynı kuruluşta oyuncu, yönetmen ve yönetim kurulu başkanı olarak görev yapmaktayım.

Oynadığım oyunlar arasınad Abdulcanbaz, Hababam Sınıfı Müzikali, Devrik Süleyman, Bitmeyen Kavga, Ayak Bacak Fabrikası sayılabilir.

Sanat yaşamım boyunca Sizin Dersane, Üç İstanbul, Kuruluş, Kurtdereli, Mimar Sinan ile halen çekimi devam etmekte olan İnsanlar Yaşadıkça gibi TV dizilerinde, Talihli Amele, Postacı gibi sinema filmlerinde de rol aldım.

Evliyim. Mehmet Can (11) ve Ahmet Can (2) adlarında iki oğlum var.

- Tiyatroyu tanımlar mısınız?

- Tiyatro, gösteri sanatlarının bilinen en eskisi. Alıcısı ile direkt, dolaysız ilişki kurması açısından da en etkilisi. Gerek Batı tarzı tiyatronun gerekse Doğu'nun geleneksel biçimlerinden gelen seyirlik sanatın akışında din olgusunun bulunduğu tartışmasız bir biçimde kabul edilmiştir.

- Hangi gayelerle Birlik Sanat A.Ş.'ni kurdunuz? Kısaca anlatır mısınız?

- Birlik Sanat A.Ş., inananlar kesiminde başta gösteri sanatları olmak üzere, inananların ses kaseti, film, video v.b. çalışmalarını tek bir çatı altında "ehil" anlamında profesyonel kadrolarda toparlamak amaç ve iddiasıyla kuruldu. Ancak "Marka Taassubu"nu aşamadık. Herkes kendi küçük dükkanında yok olmayı seçti.

- Şu anda Birlik Sanat'ın kuruluş amaçlarından biri olan tiyatro alanında karşılaştığınız sorunlar nelerdir? İmkanlar elverdiğinde gerçekleştirmeyi düşündüğünüz teatral faaliyetler nelerdir?

- En büyük sorunumuz eleman sorunudur. Yapısı gereği cazip-çekici olan Tiyatro sahnesinin onsuz yürütülemez zorluk, disiplin ve sebat gibi ilkelerine ayak uyduramayan "genç" insanlar, heveslerini aldıktan sonra sürdüremiyorlar bu işi.

Seyirci sayısından yana bir şikayetimiz yok. Ancak son vergi kanunlarıyla kazanmadığımız paradan ayda 500.000 TL tutan bir vergi yükünün bindirilmiş olması sonucu yapımıza yeni bir şekil kazandırmayı düşünüyoruz.

- Tiyatro, toplumsal hayatta hitap ettiği kitlenin duygularına ne ölçüde tercüman olabiliyor?

- Tiyatro kitlelerin ya da seyircinin duygu ve isteklerini gözönünde bulundurur. Ancak onlara teslim olmaz. Seyirci-izleyicinin bir adım önünde gitmesi, "Sanat" sıfatını kazandırır tiyatro olgusuna. Kitleyi, şakşakçılığında, ticaretinde boşalım haznesi yapanlar negatif anlamda "Esnaf"tırlar.

- Eğer tiyatroyu bir mesaj olarak görürsek, tiyatronun sınırları nereye kadardır?

- Tiyatroda mesaj konusu ülkemizde yanlış ve çarpık anlaşılmıştır. Tiyatro ne vaaz kürsüsü, ne açık oturum masası ne de bildiridir. Sanatın görevi "Gerçek"leri seyircinin kafasına indiren tokmak değil, söyleyeceklerini tatlandırıp sunan elma şekeri olmaktır.

- Bu alanda tiyatroyu profesyonel olarak benimseyen var mıdır? Çevresel şartlar profesyonellik için uygun mudur?

- Tiyatroyu profesyonel-mesleki anlamda benimseyenler ne yazık bizim kesimde birkaç kişiyi geçmiyor. Çevre şartlarından kasıt "ekonomik" yönse, tiyatro hareketimiz yeni katılanlara makul, maddi şartlar sağlayacaktır. İnsanları rahata çağırmıyoruz. "Pamuktan Mücahidler" değil aradığımız.

- Çok genel hatlarıyla Türkiye'de işlerliğini sürdüren çeşitli sahnelerin (İslami olmayan) kimlere, ne şekilde, ne amaçla hizmet verdiklerini bildiğiniz kadarıyla anlatabilir misiniz?

- Dünyada eğlence endüstrisi diye bir sektör kabul ediliyorsa tiyatronun da insana ölümü unutturmak için çabaladığını, tiyatro salonlarının boks mahalleri, arenalar, futbol stadyumları benzeri yerlerin "boşalım işleri"ni tamamladıklarını söyleyebiliriz.

- Son sorumuz metinle ilgili. Metin seçiminde gözettiğiniz ölçüler nelerdir? Metin bulmakta zorluk çekiyor musunuz?

- Metin seçiminde gözettiğimiz başlıca ölçü, tiyatro metni haline getirilmeye uygunluğudur. Çünkü, inananların kesiminde "ehil" metin yazarı yok gibidir. Sahneye çıkardığımız tüm metinleri adeta yeniden yazmak zorunda kalıyoruz.

Şunu eklemek istiyorum. Özellikle Anadolu'da "İslami Tiyatro" adı altında faaliyet gösteren derme çatma toplama topluluklar tiyatro hareketimize zarar vermektedirler. Bunlara müsamere düzeyini aşmayan, profesyonel iddialı büyük şehir çıkışlı grupları da ekleyebiliriz. Bu konuda tiyatro organize edenlere büyük sorumluluk düşüyor. Seyretmeden bizzat veya güvenmediğiniz birinden bilgi almadan Necip Fazıl adına veya İslami görünümüne aldanarak şehrinizde bu kabil organizasyonlara aracı ve önayak olmayınız. Bu tavsiyelerimize bizim ürünlerimiz de dahildir.

- Efendimiz verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz.

HASAN NAİL CANAT

- Efendim sizi tanıyabilir miyiz?

- 1943 yılında Kayseri'de doğdum. Tiyatro hayatım Kayseri'de kurulan Güzel Sanatlar Topluluğu'nda başladı. (1966) Birkaç sahne denemesinden sonra 1969'da Hilal Tiyatrosu'nu kurdum ve aynı yıl İstanbul'a taşındım.

Hilal Tiyatrosu olarak aralıksız 12 yıl kendi yazdığım 5 oyunla Anadolu'yu dolaştım. Moskof Sehpası (1000 kez), Gafiller (250 kez), Günahkar Baba (400 kez), Bir Avuç Ateş (175 kez), Afganistan Dramı (60 kez) oynanmıştır. Afganistan Dramı adlı oyunumuzun Ekim 1980 için önceden bağlanmış otuz günlük organizesi 12 Eylül harekati ile iptal edilmiştir.

12 Eylül sonrası uzun bir süre kendimi ve sanat geçmişimi sorgulamak zorunda kaldım. Çünkü salonlar dolusu alkış ve heyecan bir sis gibi hayatımdan çekilmiş, beni yıllar süren bir ekonomik çöküşün ve yalnızlığın içine bırakmıştı. 1984'te tekrar sahneye döndüm.

Çağrı Sahnesi'ne misafir oyuncu olarak katılmam ve değerli sanatçı Ulvi Alacakaptan'la tanışmam, 1985 yılında gerçekleşti. İnsanlar ve Soytarılar adlı oyunda mücahid rolünü üstlendim. (Zaten hep mücahid rolü yapıyoruz ya...) Çağrı Sahnesi dağılınca Genç Adam Sahnesi'ni kurdum ve Salih Tuna'nın yardımıyla 1975'ten kalma Bir Avuç Ateş adlı oyunumu yeniden yazarak sahneye koydum. 1986'da Salih Tuna'nın Şeytan Üssü Haber Merkezi adlı oyununu sahneye koydum. Her iki oyunu da tiyatroda amatör olmaya karar veren genç ve değerli arkadaşlarımın değerli fedakarlıkları ile ellişer defa oynayabildik. Aynı yılın Kasım ayında tiyatro işini meslek olarak seçenlerden bir kadro kurarak bu işi profesyonelleştirmek gayesiyle Birlik Sanat A.Ş.'yi kurduk. Bu kuruluşun tiyatro kolu olan Birlik Sahnesi'nde geçen sezon İbrahim Sadri'nin yazdığı Ulvi Alacakaptan'ın yönettiği Efendi Hayrettin Süperstar, Başkasının Ölümü (İbrahim Sadri'nin) genişlettiği oyunlarında oynadım.

- Tiyatroyu nasıl tanımlamalıyız ve tiyatro Müslüman hayatında nasıl bir yer işgal etmelidir? Niçin?

- Tiyatroya günümüze kadar birçok tanım getirilmiştir. Bu tanımların çokluğu ve çeşitliliği bu sanat dalı üzerinde birbirinden başka düşüncelerden ziyade başka açılardan bakıldığındandır. Yaşadığımız asrın ortalarına kadar varlığını günümüze kadar da etkinliğini koruyan klasik tiyatronun tanımları modern tiyatronun tanımlarıyla bağdaşmaz. Kalın ve kırmızı bir perde arkasında seyircileri büyülemeye hazırlanan, dekoru, kostümü, aksesuarı oyunu ve oyuncusuyla mümkün olduğunda gerçeğe benzetilmiş bir yalan yerine bugün her şeyiyle saydam bir olaydır çağdaş tiyatro... Gerçeğin taklidi değil yansımasıdır.

- Tiyatro konusunu nelerden ve nasıl almalıdır?

- Tiyatro, konusunu insandan almalıdır. Bitmez tükenmez insan kaynağı, insanın çevresine, özüne ve gerçeğe yaptığı seferler, yaşadığı çelişkiler, Müslümanca ele alınmalıdır. Müslümanca diyorum çünkü "başkaları"nca işlenmemiş konu, uygulanmamış biçim kalmamıştır. "Başkaları" tiyatroda kısırdöngüye girmiştir her konuda olduğu gibi... Hayatın Müslümanca kavranması ve sahneye aktarılması eksik kalmıştır. Müslüman sanatçıya düşen de budur. Bunu somut bir biçimde örneklersek: Filistinli bir çocuk dünyayı taşa tutarken, "başkaları" için bu bir başkaldırı, bir özgürlük savaşıdır. Bu başkaldırının tarihi ve sosyal sebeplerinden ziyade, savaşın fikri merkezini oluşturan "Allah rızası" görülemez.

- Aslında 80 sonrası tiyatro olayını sorgulamak istiyoruz. Fakat genelde çeşitli kesimlerde ve İslami kesimde yapılan çalışmalar ışığında günümüzü daha iyi değerlendirmek maksadıyla geçmişe temas etmeden geçmek istememekteyiz. Evet. Türkiye'de, İslami çevrede tiyatro olayı ne zaman, ne şekilde ve hangi boyutlarda ele alındı, o günlerden bugüne, tiyatromuzun geçirdiği aşamalar hakkında nasıl bir değerlendirmede bulunabiliriz?

- Müslüman kesimde tiyatro olayı 1960'lı yıllarda başladı. Önce İslam tarihinden günümüz Müslümanlarına ibret olması kastıyla büyük şahsiyetlerin hayatları sahneye aktarıldı. Biz o gün böyle bir başlayışa ve anlayışa karşı çıktık. Sebeplerimiz gayet açıktı. Tiyatroyu yeni öğreniyorduk. İyi yazar, iyi oyuncu, iyi yönetmek yoktu. Her şey sümmetedarik hazırlanıyor ve mesela Hazreti Ömer dönemi sahneye çıkıyordu. Tiyatroyu bilmeyen, iyi örnekler görmemiş, dolayısıyla kıyaslama imkanından mahrum seyircimiz uzun yıllar bu çıkışları coşkuyla destekledi. Tahminlerimiz daha doğrusu korkularımız gerçekleşti ve Anadolu yolları yıllarca manevi değerleri tezgahlayan istismarcı grupların turneleriyle aşındı. Yaşadığımız olayları İslami titizlikle ele alan kişiler bu istismar enflasyonunda iş yapamadılar ve teker teker sahneden çekildiler. İstismarsız ve doğru başlangıçlar iltifat görmedi ve üzerine hiçbir şey bina edilemedi. Günümüze 80 öncesinden birkaç buruk isim hatıralar dışında pek bir şey gelmedi...

- 80'den sonra İslami kesimde yapılan tiyatroda nasıl bir gelişme olmuştur. Anlatır mısınız?

- 80 sonrası İslami kesimde, Ulvi Alacakaptan'ın deneyimsiz bir kadro ile ve tamamen kendi bilgi ve tecrübeleri ile oluşturduğu, genç bir yazarın ilk denemesi olan "İnsanlar ve Soytarılar" adlı oyunu sahneye koymasıyla tiyatro yeniden gündeme geldi. Ulvi Alacakaptan'ın tiyatroda ehil olması ve yeni Müslüman olması bu doğru ve iyi tiyatro örneğinin kabulüne sebep oldu. Bu hareketin üzerine çok şey bina edilebilirdi ama nefsi gayretler İslami gayretlere galebe çalınca hesabı ödenemez veballer bölüşülerek bu çatı yıkıldı...

Genç Adam Sahnesi, benimle ve bensiz 4 oyun sergiledi ki mensuplarında ikisi hariç diğerleri olaya amatörce yaklaşmanın ve bu günde atıf kalmanın vebalini taşımaktadır.

Zaman zaman sesini duyuran "Geceoyuncuları" da nasıl başlayıp niçin bitirdiklerinin hesabını aynalara anlatsınlar... Çünkü yapılan iş, yalnızca kurulan bir tezgah değil, kurulduktan sonra Müslümanların ümit bağladığı, üretim beklediği, üzerine hayaller bina ettiği bir sefer kudsiyeti taşı(mı)yordu... Çünkü bu kesimde tiyatro faaliyetine başlamak, dergi çıkarmak gibi sosyal faaliyetler "istediğim zaman çıkar, istediğim zaman bırakırım" gibi demokratik safsatalarla yürümez... Ehliyetin varsa istişare ile çıkarsın ve yetersiz kalırsan istişare ile kapatırsın...

- Son yıllarda sergilenen oyunlar gündemle paralellik arzetmiş midir? Oyunlar seyircinin ilgisini çekmiş midir ve ayrıca oyunlar seyirci üzerinde etki bırakmış mıdır?

- Son yıllarda oynanan oyunlara göz atalım: "Şeytan Üssü Haber Merkezi" gazeteleri eksen alarak Türkiye'de iletişim araçlarının bilhassa Müslümanla ve İslamla ilişkileri ve çalışma biçimleri sergileniyor. Efendi Hayrettin T.C.'ye bağlı bir memurdur. Hayatıyla insanımızın yakın tarihte yaşadığı dramı anlatılıyor. Başkasının Ölümü tüm insanlığa bütün zamanlarda yapılabilecek Müslümanca bir ikaz. Genç Adam'ın sergilediği "En Son Rıza" zulme razı olmakla isyan etmek arasında bocalayan Rızaların dramını anlatıyor. Mülteciname uyarlanmış, ama bizim diyalektiğimizle yeniden yazılmış tamamen güncen bir oyun Birlik Sanat'ın yeni oyunu. Dünya hali tiyatro ağırlıklı bir gösteri programı. Hepsi de günümüzle ilgili... Yeni oyunların seyirci üzerinde beklenen etkiyi bırakıp bırakmadığını anlamak çok zor. İlgi beklediğimizden fazla ve günden güne artıyor ama seyirciler üzerindeki etkiyi ölçmek imkansız. İyi şeyler ve doğru şeyler yaptığımız sürece etki de iyi ve doğru olacaktır mutlaka.

- Kaba hatlarıyla, İslami kesim dışında kalan kesimde tiyatro çalışmaları ne amaçla yapılmış veya hangi gayeye hizmet edegelmişlerdir?

- "Başkaları", tiyatroyu daha ziyade Batı kültürünün ülkemize yerleşmesi amacıyla yapmaktadır. Tiyatroyla ilgilenen herkesi aynı suça ortak etmek kuşkusuz haksızlık olur ama, en azından oynanan oyunlara seyirci olmak-kalmak da onları aklamaz. Şiirde, romanda, müzikte, tiyatroda ve güzel sanatların diğer dallarında Türk sanat adamı, Batı'yı yalnız biçim olarak değil, öz olarak da taklit etmekten ileri gitmemiştir. Mesela Batılı aydının gözünde Hristiyanlık ve papaz neyse Türk aydınının gözünde de Hoca ve İslam "O"dur. Fakat Batılı aydın kendisine takdim edilen dinle tatmin olmakta ve o din ve adamının çelişkilerini yakalamakta ne kadar haklıysa, Türk aydını da aynı yolu taklitte o kadar haksızdır. İnkar etmeyen aydın ise, Hristiyanlığı inkar edemeyen aydının kopyesidir. Ve mensup olduğunu iddia ettiği dinin isminden başka hakikat bilmez.

- Son soru olarak, daha önce bahsedilen İslami çevrede bulunan profesyonel oyuncular ile birliktelik gerçekleşti mi, ne ölçüde devam ediyor?

- Birlik Sahnesi, fikri (isimden ziyade bir araya gelme düşüncesi) önce Ulvi Alacakaptan tarafından gündeme getirildi. Böyle bir birlik için malını-mülkünü feda edeceğini coşkuyla ve tekrar tekrar ifade eden Abdullah Kars'ın katılımı noterde attığı imzalarla bitti ve niçinini hiçbir zaman cevaplayamayacağı bir biçimde vaadlerini unuttu (mu ki?)

Ulvi Alacakaptan'la başlayan birliğe çağrı maalesef benden başka kimseyi ırgalamadı. Elbette daha önce profesyonelce tiyatro yapan isimleri kastediyorum. Çevremizde kenetlenen ve gelmeyenleri aratmayacak seviyeye gelmiş gençlerle hedefe gidiyoruz inşallah.

- İnşallah dileğimiz bu. Teşekkürler.

İBRAHİM SADRİ

- Bize kendinizi tanıtır mısınız?

- 1963 İstanbul doğumluyum. Milli Gazete, Yeni Devir ve çeşitli dergilerde seri yazılarım, Mavera ve Gurbet dergilerinde şiirlerim yayınlandı. Aralarında Mu'te Destanı, Hicret, Şu Bizim Dünya da bulunan 7 senaryonun bant tiyatrosu olarak yayınlandı. 1984-1986 döneminde Selam Dergisi'nin Yazı İşleri Müdürlüğü'nü yaptım. Tiyatro çalışmalarıma Çağrı Sahnesi'nin kuruluşuyla başladım ve grubun kurucuları arasında yer aldım. Bugüne kadar Çağrı Sahnesi, Geceoyuncuları ve Birlik Sahnesi'nde; İnsanlar ve Soytarılar, Efendi Hayrettin, Sanat Manat'a Karşı (M. Efe ile birlikte) Efendi Hayrettin Süperstar ve Garangol isimli oyunlarım sahnelendi.

Bunların hemen hepsinde oyuncu olarak da yer aldım.

Bunların dışında henüz oynanmamış olan Emret Padişahım, Sıcak Ekmeği Nasıl Yersiniz ve Fasl-ı Dünya isimli üç oyunum daha var.

Halihazırda Birleşik Dağıtım/Kitap Dergisi'nde Sanat Danışmanlığı görevlerini sürdürmekteyim.

- Sizi tiyatrodan ve metin yazarlığından tanıyoruz. Önce biraz tiyatro üzerine konuşalım. Efendim, sizin de tiyatro tanımınızı alarak başlayalım konuşmamıza...

- Tiyatro başlıbaşına bir "ifade biçimi". Bir başka deyimle, insanın kendini ifade edebilmesinin binbir yolundan biri... Karşılık bulduğu, hayata tekabüliyet sağladığı oranda da güçlü olan yol, bir tarz olarak görülebilir. Yani ne bileyim, klasik olarak bir sahne veya boş bir alanda ortaya bir şeyler yapabilme, anlatabilmek... Ama çok insanca bir yönü var. Canlı ve yüz yüze olabilmek. Yani bir akımın doğrudan iletilebilmesi. Belki daha da önemlisi, oraya yani salona veya alana herhangi bir mekana bilinçli olarak insanların karşılıklı "iletişim" için gelmiş olmaları. Zorlama veya mecburiyet yok bunda. Tiyatro yapan ve özleyenin bilinçli ve üstelik içten tercihi bu. Bütün bunlar, tarihi çok eski zamanlara uzanan tiyatro sanatının ölmezliğinin ve gücünün bariz özellikleri...

- Tiyatroyu bir kitle ilietişim aracı olarak görebilir miyiz? Bu açıdan değerlendirebilir misiniz?

- Uzun yüzyıllar boyunca, kitle iletişiminin güçlü araçlarından biri olmuş zaten tiyatro. Hatta birçok eski medeniyetin belki de tek iletişim aracı olmuş. Bugün ise uygarlık denilen şeyin düğmeler ve ibrelerle ortaya koyduğu "üstün" araçlara inatla direniyor tiyatro... Biçiminde, tekniğinde yenilikler yaparak, yeni anlatım tarzları, ifade teknikleri deneyerek hala sapasağlam ayakta durabiliyor. Başka bir ifade biçimi dedik ona. Bu tanım onun aynı zamanda bir "nakil yöntemi" olmasını da kapsıyor tabii. Yani sorunuzun cevabına evet diyebiliriz. Ama tiyatro "dünyayı değiştirir mi?" diye soruyorsanız, asla! Bana göre, eğer böyle bir gaye güdülerek yapılıyorsa o zaten onu yapanların yapay bir sığınakları olmaktan öte geçemez. Ne müzik, ne tiyatro, ne sinema... Dünyayı değiştirmek onların işi değil. Hani nasıl derler, kuralı, altını ve kılıcı olan koyar.

- Çeşitli sahnelerde görev yaptınız. Bize tiyatronun (İslami çevrede) aldığı merhaleden biraz bahseder misiniz? Ayrıca sizin de kurmuş olduğunuz bir tiyatro grubu vardı. Bu grubun önemli sorunları nelerdi? Grubun devamlılığı sizce nelere bağlıdır?

- Tiyatro bizim tarafta merhale olmaktan çok, bir değişim yaşadı diyelim. Geçen yıl Girişim Dergisi'nde yayınlanan uzunca bir incelemede bunu kendimce anlatmaya çalıştım. Burada ayrıntılara girmeden satırbaşları ile birkaç şey söylemek gerekirse, öncelikle gerek tiyatro grupları gerek seyirciler olarak oraya daha farklı bakıldığını görüyoruz artık. Yani yetmişli yıllara kıyasla söylüyorum bunu. Nasıl bir farklılık? Mesaj vermenin, mücadele içinde tiyatroyu bir araç olarak görmenin yerini, biraz daha "tiyatro yapabilmek" kaygısı aldı diyelim. Seyircide de değişiklik var tabii. (seyircimizde) Mesaj almanın yerine, tiyatroya gidip "bir oyun seyretmek" niyeti ve isteği ağır basmaya başladı. Yalnız dünü, burada kasıt olayı salt sanatsal anlamda bir gösteriye dönüştürmek değil söylemek istediklerim. Belki değişimin temel dinamiği şu: Artık tiyatro yapanlar da, tiyatro izleyenler de, eğer bu bir tiyatro oyunu ise anlatılan şeyin içeriği kadar "nasıl" anlatıldığına da önem vermeye başladılar. Estetik anlamda büyük bir ilerleme bu. Daha doğrusu önü açık bir nokta. Çok daha basite indirgersek, artık Müslümanlar "piyes temsil etmek" yerine, "tiyatro oyunu sahneleme"yi düşünüyorlar...

Gelelim sorunuzun ikinci bölümüne, yani bizim "Geceoyuncuları"na... İki yılda iki oyun oynadık biz bu grupla. İki yıl birbirimizle beraber olduk. Aslında öncesi de var. Çünkü bu grup, 85'teki Çağrı Sahnesi'nde yer alan arkadaşlardan oluşuyor. Geceoyuncuları'nı birlikte oluşturduk, çünkü tiyatro bizim biraraya gelmemizi sağlıyordu. Sorunlar mı? Çok sayıda ve çok uzun. Ama hepsi de ayrı bir lezzet veriyordu insana. Emniyetle ihtilaflardan tutun da, çalışma yerine bulamamaya değin bir dolu şey. Ve tabii işin maddi boyutu. Yani harcamalar, masraflar v.s. Ama tüm bunlar bir tiyatro grubunun, Müslümanların oluşturduğu bir tiyatro grubunun devamlılığını çok fazla etkileyecek önemde şeyler değil. Geceoyunları'nda bu yüzden herhangi bir pürüz çıkmamıştır. Ama grupta yer alan hemen herkesin ya okulu, ya da "asıl" bir işi olmuş olması, bizim oynadığımız her iki oyunu da Efendi Hayrettin ve Garangol vaktinden önce bitirmemize yol açtı. Şu anda diye sorarsanız, Geceoyuncuları "doğal" olarak sürüyor tabii. İçimizden herhangi birinin bir "ıslığı" ile bakarsınız toplanıvermişiz. En azından buna inanmak bile güzel değil mi?

- İslami çevrede sahnelenen yeni denemeler nasıl bir seyir izlemektedir. Olmasını temenni ettiğiniz gelişmelerin nasıl bir yapıya kavuşmasını arzu etmektesiniz?

- Sanıyorum sahnelenen yeni denemelerden kastınız, son oynanan ya da oynamakta olan oyunlar. Bunlardan En Son Rıza ve Mülteciname'yi seyretmedim. Dolayısıyla bir şey söyleyemem. Bunun dışında bir süre benim de içinde olduğum Başkasının Ölümü oyunu var. Gerek kurgusu, gerek tekniği ile daha öncekilerden "bir adım önde" bir oyundu Başkasının Ölümü bana göre. Belki sahnelenmesinde, oyunculuk açısından eksikleri vardı. Ama salt seçim olarak bile klasik eleştiri deyimiyle "yeni bir soluk"tu diyebiliriz. Sorunuzun muğlak olan ikinci kısmına gelince, anlayabildiğim kadarıyla dilimize pelesenk olmuş isteklerimizle cevaplayayım: Yerleşik bir salon, çalışabilme imkanı sağlayabilecek sayıda metin ve olaya ilgi duyan eğilimli insanlar...

- Metinle ilgili sorulara geçtiğimizde ilk olarak soracağımız soru herhalde şu olacaktır: Metin yazarken daha çok hangi toplumsal içerikleri gözönünde bulunduruyorsunuz ve yazdığınız metinleri değerlendirme imkanınız oluyor mu?

- Öyle herhangi bir "toplumsal içerik" filan bulundurmuyorum. Ama kastınız ideoloji ise, hangi insanı ondan soyutlayabilirsiniz? Bütün yapıp ettiklerimizde bu var. Bilinçli ya da bilinçsiz. Bir ifade biçimi demiştik tiyatro için. Ve bunu "kim" ifade ediyorsa; o kişi, inancını, toplumuna ve dünyaya bakışını, özlemini, kısaca her şeyini ortaya koyuyor demektir. Ama eksik, ama güzel, dolayısıyla benim açımdan yazdığım bütün oyunlarda bunu böyle söyleyebiliriz. Yazdığım oyunlar genellikle değerlendirildi. Şimdi hemen sayacak olursak, İnsanlar ve Soytarılar, Efendi Hayrettin, -bazı değişikliklerle- Efendi Hayrettin Süperstar, (M. Efe ile birlikte) Sanat Manata Karşı, Garangol... Bunların yanısıra henüz oynanmamış Sıcak Ekmeği Nasıl Yersiniz isimli bir oyunum daha var. Ve tabii şu anda M. Efe ile ortak yazdığımız ve bitmek üzere olan "İstanbul Masalları" diye bir oyun... İnşallah onu sahneleme imkanımız olursa -ki bunun için tekrar kolları sıvadık- zannederim geçen sorularda bahsettiğimiz "yeni denemelerden" biri olacak. Şimdilik çalışmalarımız sürüyor.

- Metin yazarlığı için eğitim gerekiyor mu ve yeterince metin yazarımız var mı? Tiyatro konusunda yeni projeleriniz var mı?

- Eğitim, hangi iş için gerekmiyor ki? Ama doğrusu ülkemizde bu işin eğitimini almak hemen hemen imkansız. Hele bir de "Müslüman" olunca daha zorlaşıyor olay. Ama bu, oyun yazmayı kafasına koymuş biri için aşılamayacak engeller değil. Okuyarak, izleyerek, deneyerek yapılabilir bu iş... Yeni projelere gelince... Olmaz olur mu, var tabii... İki yıllık bir aradan sonra tekrar biz gençler bir araya gelmeyi düşünüyoruz. Yine bir arada olabilmek, yine tiyatro yapabilmek için. Bu defa olaya biraz daha "sağlam" yaklaşıyoruz aynı zamanda. Küçük de olsa, bir yerleşik salon imkanı oluşturmak üzereyiz. Eğer bu gerçekleşirse, sanırım çok daha nitelikli ve seviyeli işler yapabileceğiz. Kimler mi? O isimler şimdilik bizde mahfuz. Ama aynı zamanda yaşı otuzun üstünde olmayan ve tiyatroyla bir şekilde ilgilenmiş bütün arkadaşlara da kapımız açık. Buyursunlar, görüşelim...

Son olarak bu konuşma vesilesi ile teşekkür eder, Objektif Dergisi'ne çıktığı yolda başarılar dilerim...

- Bize verdiğiniz değerli bilgiler için teşekkür ederiz.

SALİH TUNA

Biyografi: Salih Tuna, hiçbir röportajı cevaplandırmadığı için biz de bundan payımızı aldık. Ayrıca biyografisi hakkında fazla bir şey bilinmiyor. Kendisinin zaten biyografi anlatma gibi bir özelliği yoktur. Ama konuşmasından, memleketinin, sevimli bir yöremiz olan Karadeniz olduğu hemen anlaşılıyor. Böyle bir tiyatro araştırmasında ondan bahsetmemek büyük haksızlık ve eksik olurdu. Bu nedenle Salih Bey'i tanıdığımız kadar anlatmaya ve değerlendirmeye çalışacağız.

Salih Tuna'nın sahnelenen oyunları arasında şunlar var. Şeytan Üssü Haber Merkezi, En Son Rıza, Mülteciname, Bir Avuç Ateş (Tiyatro uyarlama) ve önümüzdeki aylarda sahnelenmeye başlayacak olan Kara Geceler Efendim adlı oyunlar. Bunların hepsi Genç Adam Sahnesi'nde sergilendi. Şeytan Üssü Haber Merkezi ve Bir Avuç Ateş, Hasan Nail Canat'la birlikte oynandı. Kara Geceler Efendim adlı oyun ise Birlik Sahnesi tarafından sergilenmek üzere yazıldı.

Salih Tuna'nın oyunlarına şöyle bir baktığımızda genellikle hiciv ve eleştiri türü oyunlar olduğunu görüyoruz. Arkadaşımızın metin konularını çok güzel bir şekilde ele alması ve bunları iyi değerlendirmesi dikkate değer bir unsur olarak gözümüze çarpıyor.

Salih Tuna, üstün yeteneğinden dolayı metinlerinn değerlendirildiği bir yazar. Yazdığı hemen hemen bütün oyunlar değerlendirilmiştir. Tabi ne kadar da yazsa, bu alanda bir boşluk olduğu için maalesef ihtiyacı karşılamıyor.

Ayrıca yazılan metin ile sahnelenen oyunlar arasında oluşan farklılıklar Salih Tuna'nın oyunlarında çok azdır. Bu özellik herhalde yetenekten ileri geliyor. Edindiğimiz bilgilere göre en son yazıp tamamladığı oyun Kara Geceler Efendim adlı oyun metni. Salih Tuna metin yazarı olarak peşi bırakılmayan birisi. Bu yetenekte bir kişi, herhalde yalnız bırakılmaz.

İslam'a darbe vurmak isteyenler, gerçekten kitle iletişim araçlarını çok iyi kullanıyorlar. Müslümanların bu araçları çok iyi kullanabildiklerini görmek, en büyük mutluluğumuz. Bu araçlardan biri olan tiyatronun geliştirilmesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan başta H. Nail Canat, Ulvi Alacakaptan, İbrahim Sadri ve Salih Tuna olmak üzere Allah hepsinden razı olsun. Bize düşen ne gerekiyorsa onu yapmaktır. Bu alanda eksikliği hissedilen oyuncu, oyun yazarları ve oyun metinleri ayrı bir sorun. Metin yazarı olarak İbrahim Sadri ve Salih Tuna'nın dışında tiyatroya uygun metin yazacak yazarımız yok gibi... Olanlar da tiyatro metni yazabilecek düzeyde değiller. Tiyatro metni yazmak tiyatro olayını iyi bilmekle olur. Sahneyi tanımakla olur. Dileğimiz tiyatro alanında da metin yazarlığı alanında da eksiklerimizin tamamlanması ve yeni yeteneklerin kazanılması.

Ahmet Refik Partal

Kaynak: Olaylara Objektif Dergisi
Bu haber defa okunmuştur.