Basından
'Mostar Dergisi'

Said Yavuz / Bir çocuk kalbi: Hasan Nail Canat

Mostar Dergisi / 01.12.2012

Hasan Nail Canat'ı ilk kez Gebze'de gerçekleşmeyen bir radyo şöleninde görmüştüm. Aradan yıllar geçtiği halde gerçekleşmeyen o şöleni unutmamamın bir sebebi var. Bizim mahallede dinî içerikli yayın yapan radyoların çok popüler olduğu dönemlerdi. O dönemlerde o radyolardan birinde bu satırların yazarı, haber sunuculuğundan kumanda masası yönetmeye kadar bütün birimlerde çalıştı. Daha o zamanlarda bilgisayarla yayın yürütme çıkmamış, mertlik bozulmamıştı. Kasetlerle, deklerle yapardık işimizi. Bizim mahallenin bölgesel radyosunun yönetimi dinleyicilerle dayanışma, onlarla kalkınma adına bir şölen düzenlemişti. Şölene Hasan Nail Canat, İhsan Süreyya Sırma gibi isimler davet edilmişti. Gebze Spor Salonu tıklım tıklım dolmuştu. Her şey hazırdı. Dört duvar arasında başardığımızı şimdi canlı olarak kitlelere ispat etme zamanı gelmişti. Açılışta güzel bir aşır okundu. Ya sonrası. Umulmadık hayret verici bir olay oldu. Hoparlörler çalışmaz oldu birden. Onca uğraşıya rağmen, problem düzeltilemedi, program orada iptal edildi. İhsan hocanın ve Hasan Nail Canat'ın yüzündeki hayal kırıklığını hala hatırlıyorum. Yirmili yaşlarda bir genç olarak yaşadığım o tecrübe bana şunu öğretti: Niyetten başka şeyler için de iyi olmak gerekir. İyi niyet insanı kurtarmaya yetmez.

Hasan Nail Canat'ın Bir Küçük Osmancık Vardı kitabını ne zaman elime alsam o gece gördüğüm yüzün, çocukluğu gelir gözümün önüne. Çocukların okuması için temel eserler listesi oluşturma fikri bana ne kadar soğuk gelse de 100 Temel eser içine bu kitabı alanlar her türlü takdiri hak ediyor. Demek ki çocuk ve edebiyattan haberlilerdi. Çünkü çocuk edebiyatı sanıldığı gibi çocukça bir uğraşı değildir. Büyükler için yazmak çocuklar için yazmaktan daha kolaydır. Çocuğa onun diliyle seslenirken niteliği elden bırakmamak, aynı zamanda büyüğün de dikkatini çekmek icap eder. Bu yönüyle çocuk edebiyatı aslında tam bir sanatçılık, sağlam bir dikkat, rakik bir kalp ister. "Gözler kördür, yürekle aramak gerekir." diyen Küçük Prens, çocuk kitabı olmanın yanında işte tam bu yüzden sağlam bir düşünce kitabıdır aynı zamanda.

Sezai Karakoç'un "üç insan ideali" dediği doğruluk, iyilik, güzellik kavramlarını harmanlamış Bir Küçük Osmancık Vardı eseri. İki yaşındaki Osman'ın kaçırılışıyla başlayan kitap, hikâye kurgusu açısından da çok başarılı. Çarpıcı bir olayla birlikte küçük okuru kendisine bağlamayı başarıyor. Fidye için kaçırılan Osman'ı geri alma mücadelesi başarısızlıkla sonuçlanıyor. Onu bir harabeye terk edenler, harabe yakınındaki yoldan geçen iyi kalpli iki insan tarafından başka bir hayata yelken açacağını tahmin edemiyorlar. Osman, Hüseyin olarak başka insanların ellerinde büyürken, babası ve annesinin ona özlemi gittikçe büyüyor. Osman'ın üvey annesi üvey bir oğul edindiği kimselerce bilinmesin diye Kayseri'deki çiftliğini satıp İstanbul’a geliyor. Bu geliş Osman'ın edebiyat öğretmeni olan Zarife'yle tanışmasına, o vesile ile de annesine doğru bir yol açıyor ona. Çünkü Zarife yıllar önce o harabe evde onu arayanlardan biri. Üvey annesinden üvey bir oğlu olduğu gerçeğini öğrendiğinde lisede okuyan bir delikanlı olan Osman'ın sırrı bir yarışma için Zarife Hanım'a verdiği hikâye ile ortaya çıkıyor. Osman annesini kendisini yıkık dökük bir eve terk eden dünyanın en gaddar annesi olarak niteliyor, gerçeği bilmedi için. Ama Zarife hem Osman'a hem annesine durumu öyle güzel bir yöntemle anlatıyor ki kimsenin aklında bir soru işareti kalmayacaktır.

Buraya kadar çalakalem özetini sunduğumuz kitap, bu özetin kuruluğunun çok fevkinde zenginlikler taşıyor. Abdullah Bey'in hain bahçıvanından sonra iş verdiği yeni bahçıvanı Gül Dede, anlatıcının kendisidir aslında. Hasan Nail Canat, Abdullah Bey'e sabır telkin ederken, iyiyi ve güzeli anlatırken çocuk okurlarının da kalbine giriyor, edep tohumları serpiştiriyor. Mustafa Ruhi Şirin'in ifadeleriyle söylersek işte bu eser, medeniyetimizin çocuk rüyasına ayarlıdır. Tıpkı Zarifoğlu'nun Motorlu Kuş, Yürek Dede ile Padişah'ı ve diğer bütün çocuk kitapları gibi. Mevlana İdris'in Hayal Dükkânı, Ahmethan Yılmaz'ın Karanfilli Dev Amca'sı gibi. Hasan Nail Canat, bu kitabıyla çocuk dünyasına ne kadar yakın olduğunu, çocukluğunu yaşattığını ortaya koyuyor. Allah makamını cennet etsin.

40 kişilik bir sınıftayım, 8-9 yaşlarında çocuklar. Her birinin önünde aynı kitap var ve her biri inanılmaz bir dikkatle takip ediyor okunanı. Osmancık'ın annesine kavuşacağı bölümü okuyoruz. Sesim titriyor, kim bilir kaçıncı okuyuşum ama buraya ne zaman gelsem buna engel olamıyorum. Yazara gıpta etmemek mümkün değil. Anne sevgisini, vefayı, erdemi saklayarak, göze sokmadan anlattığı için. Kitap Osmancığın bağrı yanık anasına kavuşması, ona içten sarılmasıyla ve gözyaşlarıyla bitiyor. Son cümleden sonra öğrencilerimin yüzlerine bakıyorum. Hepsinin birden değişiverdiğini hissediyorum. Sanatın insanı dönüştürücü etkisini başka hangi yüzde bu kadar açık okuyabilirsiniz. Bir eserin bitiminde insanın içinde güzel bir hal kalıyorsa, o esere artık okumadan önceki gibi bakamayız. Gözleri dolan öğrencilerin dediği gibi dersiniz, "Hocam Nur Dağındaki Çocuk kitabını ne zaman okuyacağız?"

"Soytarı mı olacaksın" diyen babasının, 'Moskof Sehpası' isimli oyununu izleyince "Oğlum, oyununu heyecanla seyrettim. Yanılmışım. Artık seni özgür bırakıyorum. Sanatını Allah yolunda kullandığın müddetçe yolun açık olsun" diyerek Hasan Nail Canat'a dua ettiği anlatılır. Bu duanın nasıl bir bereket taşıdığı gün gibi ortada. Yıllar önce mahcup ettiğimiz merhum Canat'ın kalbinin mesrur olduğunu onun cümleleriyle bir çiçek gibi açan çocuk yüzlerinden anlıyorum. Bir şeyi daha anlıyorum. Nitelik ölümsüzdür.

Kaynak: Mostar Dergisi
Bu haber defa okunmuştur.