Basından
'İslam Sanatının Yeniden Teşekkülü'

Hasan Nail Canat ile tiyatro üzerine

İslam Sanatının Yeniden Teşekkülü / 1991

Araştırmacı-Yazar Mahmut Çetin'in 1991 yılında yayınlanan 'İslam Sanatının Yeniden Teşekkülü' isimli kitabının 166. sayfasında yer alan, Hasan Nail Canat'ın Türk tiyatrosuna, tiyatro ahlakına ve muhafazakar kesimin tiyatroya bakış açısını belirten röportajını aşağıda okuyabilirsiniz.

Türkiye'de 'milli tiyatro' kapsamına giren isim, topluluk ve dönemleri sıralayabilir misiniz? Başka bir ifade ile bizim tiyatromuzun tarihine kısaca göz atabilir miyiz?

Bizim tiyatromuz diyebileceğimiz sahne hareketlerinin çok kısır bir tarihi var. Çeyrek asır önce başlayan bu hareketin, hiçbir eğitimden geçmeyen, sanata yatkın olmaktan başka özellikleri olmayan bir avuç insanın, ışıksız, işsiz ve sahipsiz olarak olayı bugünün boyutlarına getirebilmeleri bir başarıdır. Olay artık patlama noktasına gelmiştir.

Bizim tiyatromuzun tarihi 1966'larda Abdullah Kars'ın kurduğu İbret Sahnesi ile başlar, ilk oyunları Hazreti Ömer'in Adaleti'dir. Abdullah Kars, İslam büyüklerini temsili olarak sahneye çıkarma misyonunu nadiren bozmuş, Yunus Emre, Ashab-ı Kehf, Şeyh Şâmil, İbrahim Ethem'in yanı sıra, yazılamayan eser, 'Kim Deli Kim Akıllı' gibi sosyal muhtevâlı birkaç oyun da sergilemiştir.

1967'de 'Moskof Sehpası' ile sesini duyurduğumuz Hilal Sahnesi'nin kuruluşu da bir yıl önce yani 1966'da gerçekleşmiştir.

1968 yılında, İstanbul Fikir Sahnesi, Üstün İnanç yönetiminde kurulmuştur. İstanbul Fikir Sahnesi, Necip Fazıl'ın 'Sultan Abdülhamit Han' adlı oyunuyla cemaatin o günkü şartlarına göre çok başarılı olmuştur. Benim de katıldığım Fikir Tiyatrosu kimsenin sahip çıkmaması neticesinde ikinci yılında kapanmıştır. Üstün İnanç daha sonra 'İlk Kurşun' ve 'Kurt Kapanı' adlı iki oyun yazıp sahneye koymuş ama aynı performansı gösterememiştir.

Fikir Tiyatrosu'nun kapanmasıyla Hilal Tiyatrosu tekrar faaliyete başlamış, 1980 yılına kadar. 'Günahkar Baba', 'Dilsiz Şeytan', 'Bir Avuç Ateş', 'Afganistan Dramı' gibi oyunları Anadolu'nun en küçük yerleşim birimlerine kadar götürmüştür.

1985'te Ulvi Alacakaptan'ın kurduğu Çağrı Sahnesi İbrahim Sadri'nin 'İnsanlar ve Soytarılar' adlı oyunuyla sahnemize öncekilerin cesaret edemediği bazı yenilikler getirmiştir. Çağrı Sahnesi'yle kendilerini ispatlama imkânı bulan gençler çok geçmeden Çağrı Sahnesi'nden uzaklaşıp Gece Oyuncuları'nı kurmuşlar ve İbrahim Sadri'nin yazdığı 'Efendi Hayrettin' adlı oyunuyla yeni bir üslup geliştirme yoluna gitmişlerdir.

Çağrı Sahnesi'nde misafir oyuncu sıfatıyla bulunan ben, bu dağılışla beraber Genç Adam Sahnesi'ni kurdum (1986). Ve daha önce oynadığım 'Bir Avuç Ateş'i köklü değişiklikler yaparak sahneye koydum.

1987'de Salih Tuna'ya yazdırdığım 'Şeytan Üssü Haber Merkezi' adlı oyunu yine aynı ekiple sahneledim.

Çağrı Sahnesi ismiyle yalnız kalan Ulvi Alacakaptan 'Sanat Manat'a Karşı' adı altında pek beğenilmeyen, aslında kısa skeçler ve slayt gösterilerinden oluşan bir gösteriyle devam etti.

1988'de Ulvi Alacakaptan'ın girişimi ve hazırladığı teklifle ben ve Abdullah Kars'ın da katıldığı, sanatçıların dışında samimi birkaç müslüman esnafın destekleriyle Birlik Sanat A.Ş. kuruldu. Abdullah Kars, özel mâzeretleri dolayısı ile hiçbir faaliyete katılamadı ve İbret Sahnesi'nin günümüze kadar uzanan çalışmalarına devam etti.

Birlik Sahnesi olarak ilk yıl 'Efendi Hayrettin' adlı oyunu sergiledik (1988).

Gece Oyuncuları aynı yıl İbrahim Sadri'nin 'Garangal' adlı oyununu oynadı.

Benim ayrılışımla dağılmayan Genç Adam Sahnesi, Salih Tuna'nın 'En Son Rıza' adlı oyununu sergilediler.

Birlik Sahnesi Muhsin Mahmelbaf'ın 'Başkasının Ölümü' adlı oyununu sahneye koydu.

İbrahim Sadri, ölüm rolüyle Birlik Sahnesi'ne geldi. Veya Birlik Sahnesi, Gece Oyuncuları işbirliği yapıldı denilebilir.

Birlik Sahnesi çoğu benim skeçlerinden oluşan 'Dünya Hali' adlı oyunu oynarken, Genç Adam Sahnesi, Salih Tuna'nın Brecht'ten uyguladığı Mültecinâme ile polis zabıtâlarına geçti ve dağıldı (1987).

Birlik Sahnesi, Salih Tuna'nın 'Kara Geceler Efendim' adlı oyunuyla yalnız kalmıştı. Anadolu turnesine çıkmış kasaba kökenli birkaç amatör sesten başka sahne kalmamıştı. Aynı oyunla Almanya Turnesi ve Birlik Sahnesi'nin dağılışı (1990).

1991 Adım Sahnesi'ni kurdum. 'Bir Demet Gençlik' adlı kendi oyunumu oynadım, grafiğimizin düştüğünü hissediyorum.

Batılı Tiyatro, tıpkı Batılı roman gibi üç bölümden oluşuyor; serim, düğüm, çözüm, sebep, sonuç ilişkisiyle bu üç bölüm örülüyor. Sizin yaptığınız tiyatro trajedi ağırlıklı, Batılı manada bir tiyatro mudur?

Bildiğim kadarıyla trajedi ağırlıklı oyunlar artık Batı'da sahnelerden çekildi. Sahnelenmesi ve yorumu çok ağır olan trajedinin artık seyirci bulamadığını da görüyoruz. Batı'da tiyatro, tiyatro olmaktan çıkmış, teknik varyasyonlarla desteklenen bir gösteriye dönüşmüştür. Estetiğin insanı hayran bırakan özelliği terk edilmiş, adeta insanı hayrete düşürmek sanatın hedefi haline gelmiştir. Daha doğrusu insan tarafından, insâni duygularla ve insan için yapılan sanatın içinden 'insan' olgusu neredeyse çıkarılmış, çağımızın hastalıklı görüşü sahneye çok hızlı bir gösteri halinde çıkmıştır. Biz müslümana yakışır bir üslup bulabilmek için, Batı'nın bütün uygulamalarını bilmek ama hiçbirini bütün olarak taklit etmemek zorundayız.

Epik tiyatro ile orta oyunu arasında benzerlikler var. Siz bunlardan yararlanıyor musunuz?

Epik Tiyatro, komünizmin sahneye çıkmış halidir. Biçim olarak Asya gösteri sanatlarından ve orta oyunundan yararlanmıştır. Biz epik tiyatrodan değil de doğrudan orta oyunundan yararlanıyoruz.

Sizin yaptığınız tiyatroya, Batılı klasik tiyatro ile epik tiyatrosu diyebilir miyiz?

Gönül isterdi ki, bizim yaptığımız tiyatro her şeyi ile müslümana özgü özellikler taşısın. Yani Batılı hiçbir üsluba uymasın. Bu biraz imkansız görülüyor. Nihayet tiyatro yapmak için yola çıkmışız ve kaynaklara benzemek mecburiyetimiz var. Yalnız bizim geliştirdiğimiz üsluba bulvar tiyatrosu demek de yanlış olur. Ben anlatmak istediğimi, en uygun biçimde anlatırım. Neticede yaptığım tiyatroda her türün rengini bulabilirsiniz. Önemli olan da bizim tiyatromuzun bizim rengimizi bulmasıdır.

Tiyatromuzun ana problemleri nelerdir?

Tiyatromuzun en büyük çıkmazı eleman yokluğudur. Genellikle gençlerimiz zaman zaman bu cazip işe takılırlar. Ama hiçbirinin tiyatrocu olmak gibi bir amacı yoktur. Halbuki tiyatro mutlaka aynı görüşü paylaşan sanatçılardan oluşmalı ve sürekli olmalıdır. Diğer problemler bu ilk problemle aşılır. Mesela salon meselesi için, size güven veren sürekli bir ekibe ihtiyacınız vardır. Anadolu'ya yapılan turnelerdeki aksaklıklar organize yapan insanlarımızın bazı konularda eğitilmeleri ile giderilebilir. Oyunların görsel boyutlarının artması dekor, kostüm, müzik gibi unsurların profesyonelleşmesi yine yetişmiş eleman meselesidir. Önemli bir meselemiz de, 'kadının sahneye çıkamaması', seçtiğimiz oyunlarda kadın bulunmaması mecburiyetini getiriyor. Ben kadının sahneye çıkmasından çok, erkeklerle birlikte prova odalarında, kulislerde, turne arabalarında, misafirhanelerde birlikte olmalarının getireceği mahsurları göze alamıyorum. Bu sebeple kadınsız tiyatronun mecburiyetine inandım ve yıllarca uyguladım. Kadının sahnemiz getireceği renk yadsınamaz ama bu renk uğruna bunca taviz vermeyi göze alamayız. Sonra hangi kadın niçin sahneye çıkacak.

Oyunculuğun yanı sıra, tiyatro ve roman yazarlığı ve tiyatro yönetmenliği yapıyorsunuz. Yazmak mı? Oynamak mı? Yönetmek mi? Sizi en çok hangisi etkiliyor.

Doğrusu çok zor bir soru. Ben en çok oynarken etkilenirim. Ama yazarlığımla oyunculuğum arasında duygusal birlik vardır. Etkilenmeden yazamam. Yönetmenlikte ise akıl daha çok işe karışıyor.

Dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye'de de sinema ve tiyatro çevresinde büyük bir ahlâki çöküntü yaşanıyor. Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Müslümanlar bu işe yeni el attılar. Acaba bu yolda mesafe alırken aynı ahlâki çöküntüyü müslümanlar da yaşar mı?

Sinema ve tiyatro cazip mesleklerdir. Seyircinin teveccühünü kazanma şansı çok olduğu için mensuplarının şimarma ve şöhret yükünü taşıyamama gibi zayıflıklar göstermesi kolaydır. Müslüman sanatçının bu konuda çok hassas olması, omuzlarında kutsal bir emanet taşıdığını unutmaması, yapacağı küçük bir hatanın dahi davasına leke getireceğini bilmesi, sıradan bir sanatçı olmadığı şuurunu yitirmemesi, beyazperdeye ya da bir metre yükseğe çıkmakla nefsini seyircilerden üstün görmemesi, söylediklerinin anlaşılması, yaptıklarının görülmesi için yüksek bir yere çıkmak mecburiyetinden dolayı sahnede bulunduğunu unutmaması lazım. Kısacası müslüman sanatçının İslam ahlâkına sımsıkı sarılarak nefsini ve temsil ettiği davasını bu çöküntüden koruması lazım.

Sinemaya nasıl bakıyorsunuz? Edebiyatınıza paralel olarak sinemamız ve tiyatromuz doğabilecek mi?

Yücel Çakmaklı, Mesut Uçakan, Salih Diriklik, İsmail Güneş gibi isimlerle başlayıp gelişen sinemamız bugün yoğun sahiplenmenin himayesinde belli bir noktaya gelmiştir. Sinemamıza sermayesiyle başlayan Mehmet Tanrısever şimdi yönetmenliğe soyunmuş, hiçbir bilgi ve tecrübe tezgahından geçmediği halde Yeşilçam normlarının üstünde bir filmi bitirmek üzeredir. Sinemamızın şimdilik yönetmenlerimiz dışında bir birikimi yoktur. Gerek teknik kadro, gerekse oyuncu kadrosu büyük çoğunlukla Yeşilçam'dan temin edilmektedir. Tiyatromuzun önündeki problemler biraz değişik şekilleriyle sinemamızı da engellemektedir. Bu işi yapanların yazarından set işçisine kadar aynı görüşte insanları bu işin içine sokarak, kadrolaşmayı çabuklaştırmaları ve ele aldıkları sosyal meselelerin yanı sıra, İslam'ı devlet anlayışı olarak sinemaya yansıtmaları gerekmektedir. Birileri tarafından beğenilmemek veya yıldırımları üzerine çekmek endişesi sinemamızın muhtevâsını sığ ve güdük bırakacaktır. Her şeye rağmen müslümanların ekranı olmasa da, perdeye hakim olduklarına ve büyük eserler yapacaklarına inanıyorum. İşaretler ümit vericidir.

Kaynak: İslam Sanatının Yeniden Teşekkülü ( 1991 )
Bu haber defa okunmuştur.