Basından
'Genç Gelişim Dergisi'

Hüseyin Akın / Hayatın Üsküdar Vapurunda Tek Perdelik Ölüm Oyunu; Hasan Nail Canat

Genç Gelişim Dergisi / 01.03.2006

"Ey insanlar, hayat dediğimiz şey sahurla iftar arası bir süreçtir. Kimimiz sahura niyetlenir iftarını açamadan gider, kimimiz de iftarını açar sahura kalkamadan oyun biter."

Hayat dediğimiz şey nedir ki? Şöyle bir saniye durup da düşünmek kimin aklına gelir acaba? Boş veer, der geçeriz. Yaşamak varken kalkıp bir de yaşamanın felsefesiyle vakit kaybetmenin bir anlamı yok, deriz. İyiden iyiye buna kendimizi inandırdığımız içindir ki her ölüm erken ölümdür ve sürprizdir. Şimdi güzel güzel kişisel gelişimin yolu ve yordamından bahsedip dururken kalkıp kabristan kapısından içeri girmenin sırası mı diyebilirsiniz? Ve yerden göğe kadar haklısınız da! Ne yazık ki haklılığınızın boyutları ve sınırları çok uzun sürmüyor, bir yerde bitiyor. Göğü aşan haklılık kime nasip oldu şu ana kadar hatırlayan var mı? İçimizden en haklı olanımız ölümün kendisi dostlar. O haklı. Biz tanım yapaduralım hayat nedir, ölüm nicedir diye, içimizden öyleleri bu tanımı ömürleriyle çiziveriyorlar. Ne de olsa hayat bir sahne ve bir gün perdeler kapanacak. Ne kadar mutabık ve ne kadar senaryoya uygun. O, içimizden biri, kıyamet aşısı olmuş bir insan: Hasan Nail Canat. Sadece coşkun hayat denizinin tuzunu yutmakla kalmamış, aynı zamanda sahnelerin tozunu da yutmuş. Maveraya yolculuğunda kalanlara esaslı bir ömür tanımı yaparak dünyadan ayrıldı.

Bir Körebedir Kader, Göremese de Bizi Ebeler

Bundan yaklaşık iki yıl önce Ramazan ayında Üsküdar Belediyesi İftar vapurunda son iftarını edip çok sevdiği şair Necip Fazıl'ın "Aynalar Yolumu Kesti" şiirinden esinlenerek yazdığı oyunu sergiledikten sonra, ertesi günün sahuruna kalkmak üzere iken evinde gözlerini yumdu. Tek kişilik ve tek perdelik oyun gibiydi Hasan Nail Canat'ın ölümü. Demek istiyordu ki: "Ey insanlar, hayat dediğimiz şey sahurla iftar arası bir süreçtir. Kimimiz sahura niyetlenir iftarını açamadan gider, kimimiz de iftarını açar sahura kalkamadan oyun biter." Hepimiz bu hayat tiyatrosunda yolunu en güzel şekilde kıvırmaya çalışan oyuncularız. Öyle kaptırırız ki kendimizi oyuna, pencereden annemizin bize seslenişi duymayız bile. Bu bir kaçıp kovalamaca oyunudur. Ortada bir körebe var, belli ki o bizim kaderimiz. Ne kadar yakalanmamaya çalışsak da mukadderat adlı körebenin ellerinde buluruz kendimizi. Ne de olsa körlerin parmak uçları gözlerden daha keskindir. Ölüm insanın kendisiyle yüzleşmesidir. Onun içindir ki kimse onu kendine yakıştırmak istemez. Hasan Nail Canat 'Aynalar Yolumu Kesti' ile hayatının son sahnesinde kendini kalabalıklardan çekerek işte bu yüzleşmenin örneğini gösteriyordu. Kuşkusuz onun oynadığı bu sahne, izleyenlerin hafızasından bir ömür boyu çıkmayacak bir sahneydi. Hiç kimse sahnenin dışında değil, herkes bir gün bu rolü üstlenecek, 'Aynaya bak ve kendinle yüzleş' diyordu sanki.

Ölüm Süsü Verilmiş Bir Hayat

Ölümünden saatler önce Üsküdar Belediyesi Ramazan Defteri'ne "Bu gece çok güzel ve gizemli" diye yazmıştı Hasan Nail. Belli ki, sadece gecenin bildiği bir sırrı saklıyordu içinde. Gecenin izini sürmesi gerekiyordu ve gece ona sahur vakti ölüm süsü verilmiş bir hayat müjdeliyordu. Bir tiyatrocu ve sinema sanatçısının hayatına doğumuyla giriş yapıldığını ve bunun usülden olduğunu bilmez değilim. Önce doğduğu yer, sonra yaptığı tahsiller, yetişme şekli, beslendiği kaynaklar art arda sıralanır. Hasan Nail Canat ismini bilenler bu alışıldık kronolojinin onun hayatına uyarlanmayacağını anlarlar. Çünkü o, kurbağalar ve kargalar tarafından talan edilen bahçenin küstürülmüş bülbülüydü. Marifet-iltifat dengesi, o söz konusu olunca işlemedi. Birçok sanatçı gibi o da ölümüyle birlikte değeri anlaşılanlar safında yer aldı. Çünkü ölüm bazı değerleri insanın gözüne işte böyle sokuyor. Hasan Nail'in sağlığında hiç değinmediği, ölümünden sonra dostlarının bir kadirşinassızlık ve değerbilmezlik örneği olarak anlattığı şu olay Hasan Nail ustayı yazarken neden hayat serüvenini tersten aktardığını da yanıtı niteliğindedir: "Çizme filmindeki sessiz radyocu rolüyle Altın Portakal'da en iyi yardımcı oyuncu ödülünü jüri oy birliğiyle Hasan Nail Canat'a verdi. Sonuçları açıklamadan önce jüriden biri 'İyi de, biz bu adamı hiç tanımıyoruz, bizim camiadan değil' dedi. Ardından da, 'Bunu bırakalım, öbür arkadaşın Boğaz'da balık sözü vardı.' diyerek ödülü bir başkasına verdiler." (Abdurrahman Şen-Sinema Eleştirmeni)

Hasan Nail Usta'nın Çocukların Ellerini Isıtan Kitapları

Kuşkusuz ki Hasan Nail ustanın böylesi bir danışıklı ödüle ihtiyacı yoktu. O, ödülünü, yazdığı çocuk kitaplarıyla çocukların geleceğe gülerek bakan yüzlerinden, oynadığı "Beşinci Boyut", "Siyah Pelerinli Adam", "Sürgün", "Çizme", "Hasret" gibi filmlerin kitlelere dönük pozitif sarsıcı etkisinden fazlasıyla almıştır. Şimdi "Gül Yarası", "Yaralı Serçe", "Yasemen", "Nur Dağındaki Çocuk" ve "Günahkâr Baba" gibi çocuklara yönelik hikâyeleri çocukların minik ellerini ısıtmakta. Necip Fazıl Kısakürek'in Sakarya Türküsü şiirini onun kadar yaşayarak okuyan birine rastlamadım. Onu her dinleyişimde içten içe ondaki efor, enerji ve uzun solukluluğa gıpta ederdim. Sahnede, ayakta ve gür bir seda ile adeta şiiri yeniden kurar, sesinin heybetiyle geçmiş zamanların ahşap duvarlarını silkelerdi. O bir hayat müfessiriydi. Ölümü tefsir edip gitti. Sanki perdenin arkasında gizlenmiş de bir gün gelecekmiş gibi bir canlılık bıraktı geriye. Aynı zamanda bir şiir sevdalısı olan Hasan Nail ustanın giderayak bize söylediğine karşılık biz de ona Faruk Nafiz'in diliyle karşılık verelim:

"Varsın seni ömrünce ateş rüzgârı sarsın
Şair! Sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın"

Kaynak: Genç Gelişim Dergisi
Bu haber defa okunmuştur.